Herkes Kendi Mevsimini Yaşar

Bir zamanlar, mevsimlerin daha belirgin yaşandığı, hayatın daha yavaş aktığı bir dünyada yaşıyorduk. 

Boyabat'ın eski sokaklarında dolaşırken, her bir mevsimin kendine has bir dokusu, kokusu ve sesi vardı. 

İlkbahar gelince ağaçlar çiçek açar, kuşlar şehrin insanlarıyla sessiz bir sohbet ederdi. 

Yaz geldiğinde ise, eski ahşap evlerin balkonlarına asılan kilimler, güneşte kurutulurdu; çocukların kahkahaları, sıcak Boyabat akşamlarına karışırdı. 

Sonbahar hüzünle gelir, yapraklar dökülmeye başlar, Kolaz Çayı üzerindeki köprüde boğazdan esen rüzgâra karşı bir türkü tutturulurdu. 

Kış ise sertti ama bir o kadar da samimi. 

Evlerde bir araya gelen aileler, soba başında patates közler, eski anılar konuşulur, yeni hikâyeler anlatılırdı.

Ama zaman değişti. 

Mega kentler insanlarımızı alıp götürse de Boyabat diğer şehirler gibi büyüdü, hayat hızlandı ve mevsimler belirsizleşti. 

Artık kışlar eskisi gibi sert değil, yazlar daha sıcak ve boğucu. 

Bu değişim sadece dışarıda değil, insanların içinde de yaşandı. 

Mevsimler değişirken, her birimizin içinde de farklı iklimler oluşmaya başladı. 

“Herkes kendi yüreğinde yaşar mevsimini” derler ya, işte bu tam da bu zamana uygun bir söz oldu. 

Çünkü her birimiz kendi iç dünyamızda farklı mevsimler yaşıyoruz; belki birimiz baharın tazeliğini hissederken, bir başkası kışın soğuk yalnızlığında kayboluyor.

Boyabat'ın eski kahvahanelerinden birinde oturup, çayımı yudumlarken, sokaktan geçen insanları izliyorum. 

Kimisi aceleyle işine yetişmeye çalışıyor, kimisi ise yavaş adımlarla, sanki hayatın ağır yükünü omuzlarında taşır gibi yürüyor. 

Herkesin yüzünde farklı bir hikâye var, farklı bir mevsim yaşanıyor. 

O an anlıyorum ki, ne senin kışın başkasını üşütür, ne de başkasının yazı seni ısıtır. 

Herkes, kendi içinde yaşar mevsimini, kendi yüreğinde.

Belki de bu yüzden, bazı insanlar yazın ortasında bile üşüyebilirken, bazıları kışın en soğuk gününde bile içini ısıtan bir sıcaklık bulabilir. Bu, biraz da insanın kendisiyle barışık olmasına bağlı. 

İçimizdeki mevsimleri kabul etmek, onları anlamak ve onlarla barışmak, belki de hayatın sırrı burada gizli. 

Herkes kendi yüreğinde yaşar mevsimini, çünkü kimse kimsenin iç dünyasına hâkim olamaz. Herkes kendi içinde, kendi dünyasında, kendi mevsiminde yaşar ve bu mevsimlerin rüzgârları bazen sert, bazen de hafif eser.

Eskiden mevsimler belirgin yaşanırdı; ama şimdi öyle mi? 

Herkesin kendi içinde farklı mevsimler yaşadığı bir çağdayız. Ve belki de bu yüzden, bazen yazın ortasında kar yağar gibi hissederiz ya da kışın en soğuk gününde bir anda içimizi ısıtan bir yaz güneşi belirir. 

İnsanların yüzlerindeki farklı ifadelerde, onların iç mevsimlerini görmek mümkün. 

Bir çay bardağında saklı anılarda, eski bir şarkının notalarında ya da Boyabat'ın dar sokaklarında duyduğumuz bir kuş çığlığında…

Şimdi anlıyorum ki, herkes kendi yüreğinde yaşar mevsimini. 

Ne senin kışın başkasını üşütür, ne de başkasının yazı seni ısıtır. 

Bu yüzden, mevsimlerin değiştiği, zamanın hızla aktığı bu dünyada, kendi içimizdeki mevsimlerle barışmak ve onları sevmek belki de yapabileceğimiz en güzel şey. 

Çünkü herkesin içinde bir yerlerde, kendi dünyasında, kendi mevsiminde yaşayan bir çocuk var. 

Ve o çocuk, ne kadar üşürse üşüsün, bir gün mutlaka kendi yazını bulacak.