Ailede ve Toplumda Sorumluluk

OSMAN ÇAKIR
25 Ekim 2025

Son yıllarda yaşanan ekonomik dalgalanmalar, sosyal değişimler ve kültürel dönüşümler, Anadolu’nun her köşesinde olduğu gibi Sinop’un güzeller güzeli ilçesi Boyabat’ta da etkisini gösteriyor.

Şehirde bulunduğumuz süre boyunca temiz havasını içimize çekerken, berrak suyunu yudumlarken, yemyeşil ormanlarının ve tarihi konaklarının büyüsüne kapılırken; bir yandan da yaşanan olaylara tanık oldukça insan kendine şu soruyu sormadan edemiyor:
“Boyabat’ta neler oluyor?”

Bu soru, sokaklarda olup bitenlere dair yüzeysel bir merak değil; toplumun temel dokusunu oluşturan aile ve gençliğin içinde bulunduğu duruma dair derin bir endişenin ifadesi.

Boyabat’ın sadece doğal güzelliklerini ve sıcakkanlı insanlarını değil, aynı zamanda sosyal dinamiklerini, çalkantılarını ve ikilemlerini de gözlemleme fırsatı buluyoruz.

Bu gözlemlerin en çarpıcı olanı ise kuşkusuz gençliğimizin sıkışıp kaldığı ikilemdir.

Bir uçta umut veren, içimizi serinleten bir tablo; diğer uçta ise yüreğimizi burkan, düşündüren ve acil müdahale gerektiren bir manzara var.

Işıldayan Yıldızlar: Emek, Saygı ve Azmin Timsali Gençler

Boyabat’ın çarşısında, pazarında, sokaklarında dolaşırken; liseye giden ve aynı zamanda çalışan gençlerle karşılaşmak mümkün.

Sabah erken saatlerde okul yolunu tutan, okul çıkışı ise bir dükkâna, atölyeye, bağa ya da tarlaya giderek ailesinin geçim yükünü omuzlayan bu gençler; sadece maddi katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda sorumluluk, azim ve dayanışmanın canlı örneklerini sergiliyorlar.

Okul kıyafetlerini çıkarıp iş elbiselerini giymekten çekinmeyen, alın teriyle kazandığı ilk parayı ailesine getirmenin haklı gururunu yaşayan bu gençler; aynı zamanda son derece saygılı, sevecen ve güzel ahlâklı bireyler olarak yetişiyor.

Onları gördükçe insan sadece gurur duymakla kalmıyor, bu toprakların ne kadar sağlam bir mayaya sahip olduğuna bir kez daha inanıyor.

Bu gençler, ailelerinin verdiği emeğin, sevginin, ilginin ve doğru terbiyenin en güzel meyveleri. Zorluklar karşısında pes etmeyen, “ben” değil “biz” bilinciyle hareket eden, hayata tutunmak için çabalayan birer kahraman aslında.

Bu nedenle, bu tertemiz yürekli gençlere sevgilerimi iletiyor; onları bu denli erdemli ve çalışkan yetiştiren, hayatın zorluklarıyla mücadele etmeyi öğreten aileleri yürekten tebrik ediyorum. Onlar, Boyabat’ın ve Türkiye’nin gerçek hazineleri.

Kayıp Neslin Ayak Sesleri: Sokaklarda Savrulan Hayatlar

Ne yazık ki bu umut verici tablonun hemen yanında bir başka acı gerçek daha var. Sokak köşelerinde, kafelerde, kahvehanelerde amaçsızca vakit geçiren; eğitimden ve aileden kopmuş, âdeta kaybolmaya yüz tutmuş gençlerimiz de mevcut.

Bu gençlerin gözlerindeki ışığın sönmüş olması, içlerindeki öfke ve umutsuzluk, hepimizin yüreğine bir hançer gibi saplanıyor.

İlk bakışta suçu bu gençlerde ya da onları “takip etmeyen, derdini sormayan, ilgisiz kalan” ailelerde aramak kolay bir çözüm gibi görünebilir. Ancak sorunun köküne indiğimizde, karşımıza çok daha karmaşık ve sistemik bir tablo çıkıyor:
Yoksulluk ve kolay yoldan zengin olma hayali.

Yoksulluğun Sarmalı: Sosyal Kanserlerin Besin Kaynağı

Bir ülkede bazıları lüks içinde yaşarken, bazıları temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanıyorsa, o toplumda sosyal patlamalar kaçınılmazdır.

Gelir dağılımındaki bu dengesizlik, başka bir ifadeyle adaletsizlik, toplumun alt katmanlarında derin yaralar açar. Hırsızlık, dolandırıcılık, fuhuş, kumar, uyuşturucu ve gasp gibi tüm sosyal kanserler bu yaranın üzerinde beslenir.

Bunların temel besin kaynağı yalnızca maddi yoksunluk değil; onun beraberinde getirdiği gelecek kaygısı, ahlâkî çöküntü ve çaresizlik duygusudur. Bu pencereden baktığımızda Boyabat’taki manzara daha net anlaşılır.

Çocuğunu okula gönderen bir aile, cebine harçlık koyamıyorsa; o çocuk kendini arkadaşları yanında ezik hisseder.

Bir baba, bakkaldan bir paket bisküvi ya da çikolata alıp çocuğuna götüremiyorsa; evdeki otoritesi ve saygınlığı sarsılır.

Borç batağında çırpınan, sürekli finansal kaygılarla boğuşan bir anne-baba; ailesine ne düzgün bir iaşe, ne huzur, ne de sevgi verebilir. Böyle bir ortam, kronik stres ve mutsuzluk kaynağıdır.

İşte bu toprakta filizlenen gençlik, ergenliğe mutsuz, öfkeli, hırçın ve hayal kırıklığına uğramış olarak adım atar.

Aile İçi Çözülme ve Sokakların Cazibesi

Ekonomik sıkıntılar, aile içi ilişkileri de derinden etkiler. Anne ve baba geçim derdine düştüğünde, çocuklarıyla yeterince kaliteli zaman geçiremez; onların duygusal ihtiyaçlarına cevap veremez. Daha da vahimi, çocuğun gözünde “dünyayı verseler elinden alamayacağı” o doğal saygınlık yitirilebilir.

“Babam bir çikolata bile alamıyor” düşüncesi, zamanla “babamın sözünün ne önemi var?” düşüncesine dönüşebilir. Bu durumda aile içi çatışma, iletişimsizlik ve kopukluk kaçınılmaz hâle gelir.

Aileden kopan, sevgisizlikten bunalan bir çocuk ya da genç; aradığı sıcaklığı, kabul görmeyi ve aidiyet duygusunu sokaklarda arar.

Sokaklar ya da sanal dünyalar, ona kısa yoldan para, güç ve statü vaat eden; onu “anladığını” iddia eden yanlış çevrelerin tuzağına düşmesi için uygun bir zemin sunar.

Bir gencin kötü yollara sürüklenme süreci, işte tam da bu şekilde başlar: Aile içindeki ekonomik ve duygusal çözülmeyle başlar, sokakların cazibesiyle devam eder.

Çözüm Yolu: Güvenlik Değil, Sosyal Adalet ve Toplumsal Sorumluluk

Bu anlattıklarımız sadece Boyabat’ın değil; yüzlerce ilçe, onlarca şehir ve tüm Türkiye’nin kanayan yarasıdır.

Gençlerimizi ve geleceğimizi kaybetmemek için sorumluluklarımızın farkında olmalıyız.

Çözüm, sadece daha fazla güvenlik görevlisi, daha sıkı cezalar ya da daha çok hapishane inşa etmekle gelmez. Güvenlik önlemleri yalnızca semptomları geçici olarak bastırır; hastalığın kökünü kurutmaz.

Asıl çözüm, toplumu yeniden inşa etmeye yönelik kapsamlı ve uzun vadeli bir strateji gerektirir:

Aileleri Güçlendirmek: Aile, toplumun çekirdeğidir. Aileleri ekonomik ve psikolojik olarak destekleyecek politikalar hayata geçirilmelidir. Aile danışmanlık merkezleri, ebeveyn eğitim programları ve psikolojik destek sistemleri yaygınlaştırılmalıdır.

Adil Bir Ekonomik Düzen: Her çalışan, ailesini insanca geçindirebilmeli; çocuğuna düzgün bir eğitim ve gelecek sağlayabilmelidir. Asgari ücret, insan onuruna yaraşır seviyeye çıkarılmalıdır.

Eğitimi Erişilebilir Kılmak: Eğitim, her çocuk için fırsat eşitliği sunan, parasız ve kaliteli bir temel hak olmalıdır. Sınav odaklı değil; hayat becerileri kazandıran, mesleki eğitimi güçlendiren bir modele geçilmelidir.

Sosyal Politikalar ve Dayanışma Ağları

Yoksulluğun pençesindeki ailelere nefes aldıracak sosyal konut projeleri, gıda ve eğitim yardımları, sağlık destekleri adil ve etkin biçimde sunulmalıdır. Bu yardımlar, sadece geçici bir rahatlama değil, uzun vadeli bir iyileşme hedeflemelidir.

Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever bireyler; bu anlamda güçlü bir dayanışma ağı oluşturmalı, ihtiyaç sahiplerine ulaşmak için ortak hareket etmelidir. Her mahallede, her sokakta bir umut eli uzanmalı; kimse yalnız ve çaresiz bırakılmamalıdır.

Toplumsal Vicdanın Uyanışı

Bu büyük sorunun çözümü, yalnızca devletin değil, hepimizin ortak sorumluluğudur. Her birey, her kurum, her aile üzerine düşeni yapmalıdır:

Aile, ilgisini ve sevgisini esirgememeli; çocuğunun sadece karnını değil, ruhunu da doyurmalıdır.
Esnaf, vicdanını hatırlamalı; yanında çalışan gence sadece iş değil, ahlâk ve terbiye de öğretmelidir.
Eğitimci, öğrencisine sadece bilgi değil, umut ve yön vermelidir.
Yönetim, adaleti noksansız tesis etmeli; vatandaşını yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkûm etmemelidir.

Aksi takdirde, sokaklarda kaybettiğimiz her bir genç; sadece kendi ailesinin değil, hepimizin ortak kaybı ve ortak suçu olarak vicdanlarımızda yer etmeye devam edecektir.

Özetle; Boyabat’ın güzel havasını solurken, berrak suyunu içerken; bu gerçeği asla unutmamalı ve şu soruyu kendimize sürekli sormalıyız:
“Biz nerede hata yapıyoruz?”

Çünkü kaybedecek bir tek gencimiz daha yok. Her genç, bir umut; her umut, bir gelecek demektir. O geleceği korumak, yaşatmak ve büyütmek hepimizin görevidir.

Toplumun en küçük yapı taşı olan aileden başlayarak, en büyük kurumlara kadar herkesin elini taşın altına koyması gereken bir dönemdeyiz. Sessiz kalmak, görmezden gelmek, ertesi güne bırakmak artık bir seçenek değil.

Bugün, şimdi, burada…
Bir gencin hayatına dokunmak için harekete geçmeliyiz.
Çünkü yarın çok geç olabilir.