Boyabat'ta Geleneksel Pide Telaşı

Eskiden Boyabat'ta pazar sabahları bambaşka bir havaya bürünürdü. Daha horozlar yeni ötmeye başlamış, sabahın ilk ışıkları dağların ardından yavaş yavaş süzülürken, evlerde tatlı bir telaş başlardı.

Evin hanımları erkenden kalkar, ellerini yüzlerini yıkar, önlüklerini bağlar ve sofranın üstüne bir kap koyarlardı.

O gün, sıradan bir gün değildi; o gün pide günüydü. Pazar gelince sabahleyin, Boyabat'ın üzerine mis gibi pide kokusu çökerdi…

Evin hanımları pide malzemelerini özenle hazır ederdi: Kimi kıymayı taze çektirir, kimi soğanı ince ince doğrar, kimisi yumurtalı, kimisi kaşarlı yapardı. Her evin pidesinin tadı ayrı, kokusu ayrı olurdu.

Hazırlanan malzemeler tepsiye dikkatlice yerleştirilir, üzerine bir bez örtülürdü; sonra da o meşhur, hasır örme pide sepeti ortaya çıkarılırdı.

Evin erkeği ise sabahın serinliğinde o sepeti koluna takar, sokağa çıkar, fırına doğru yol alırdı.

Hanımı arkasından, "Hadi Mehmet, geç kalma, fırın kalabalık olmadan sıra kap!" diye seslenirdi.

Sokaklarda ayak sesleri yankılanır, her köşeden bir başka sepetli adam görünürdü.

Kimi komşusuna rastlar, "Hayırlı sabahlar, pideyi neli pişirteceksin bugün?" diye sohbete başlardı.

Fırın önüne varıldığında, ortalık zaten mis gibi kokardı.

Fırının kapısında onlarca sepetli insan dizili olurdu; hepsi ayrı bir evin, ayrı bir hikâyesini beraberinde getirirdi.

Fırıncı ustalar, sabahın o vaktinde bile güleryüzlüydü. "Hoş geldin Mehmet Ağabey, ver hele bakalım tepsiyi!" der, tepsi içindeki malzemeden hazırlanmış hamuru fırındaki ateşe doğru ustalıkla kaydırırdı.

Odun çıtırtılarıyla beraber pide kabarır, üzerindeki kıymalar cızırdar, fırının ağzından öyle bir koku yayılırdı ki, yan sokaktan geçen bile başını çevirip bakardı.

Fırının önünde bekleyenler birbirine, "Seninkinin kenarı güzel kızardı ha!" diye takılır, sonra birlikte gülüşürlerdi.

O anın sıcaklığı, pideden bile tatlıydı sanki.

Pide pişince, usta küreğini uzatır, "Al bakalım Mehmet Ağabey, sıcacık!" derdi.

Mehmet Efendi, boş tepsiyi ve taze pişmiş pideleri sepetin içine dikkatlice koyar, üzerine beyaz bezini örter, yola koyulurdu.

O sıcak pide kokusu, sokağın her taşına sinerdi.

Eve varınca çocuklar çoktan kapıda beklerdi:
"Baba, geldi mi pide?"
"Geldi oğlum, sıcak, dikkat et, elini yakma!"
Sofraysa çoktan kurulmuş olurdu. Ortada taze demlenmiş çay, yanında peynir, zeytin, belki biraz bal…

Evin hanımı pidenin üzerindeki bezi kaldırınca, sıcak buhar bir anda sofranın üstünü kaplar, herkesin yüzünde bir tebessüm belirirdi. O an, evin içi bir başka ısınırdı.

Şimdi o günler geride kaldı... Hasır sepetler ortadan kayboldu, taş fırınların sayısı ise azaldı. Ama o pazar sabahlarının kokusu hâlâ bir yerlerde duruyor.

Fırının önünde sıra bekleyen babaların, pidenin kızarmasını seyreden çocukların, "Aman yanmasın!" diyen anaların sesi hâlâ Boyabat'ın sabah rüzgârında yankılanıyor sanki.

Bir gün Boyabat sokaklarında gezinirken bir taş fırının önünden geçerseniz, bir müddet durun ve derin bir nefes alın.

Belki o eski kokuyu yine alırsınız...
Çünkü o koku, sadece pidenin değil; bir dönemin huzurunun, bir mahallenin sıcaklığının kokusudur.