Değişen Dünya Düzeninde Ayakta Kalmanın Yolu
Dünya, tarih boyunca pek çok kırılma anına sahne oldu; ancak hiçbir dönem bugünkü kadar hızlı, köklü ve öngörülemez değişimlerle dolu olmadı.
Günümüzde, ekonomiden güvenliğe, teknolojiden sosyal yapılara kadar hemen her alanda kartlar yeniden karılıyor.
Bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, dünya düzeni artık farklı bir faza geçmiş durumda.
Bu dönüşümün farkında olmak sadece bir tercih değil; hem devletler hem de milletler için varoluşsal bir zorunluluk niteliğinde.
Eskiden dünyayı anlamak, doğru zamanda doğru bilgiye ulaşmak önemliydi. Bugün ise tablonun rengi değişti: Artık bilginin peşinden koşan değil, bilgiyi üreten kazanıyor.
Bilginin üretilmediği coğrafyalarda teknoloji sadece satın alınan bir meta oluyor ve beraberinde ciddi stratejik riskler getiriyor.
Bir ülke ne kadar dışa bağımlıysa, o ülkenin kaderi de o ölçüde kırılgan hale geliyor.
Teknolojinin satın alınmasının bir sakıncası yokmuş gibi görünen dönemler artık geride kaldı.
Bugün en basit elektronik birim bile kritik veri altyapılarıyla bağlantılı. Dolayısıyla sadece üretim yeteneği değil, yazılım ve donanım güvenliği de milli egemenliğin bir parçasına dönüşmüş durumda.
“Yerli ve milli” söylemi, artık bir tercih değil; ekonomik, askeri ve toplumsal güvenliğin ayrılmaz bir gerekliliği.
Benzer bir durum ekonomi açısından da geçerli.
Yıllarca çimento-demir eksenli büyüme modeli kalkınmanın temel unsuru olarak görüldü. İstihdam yarattı, şehirleri büyüttü, ekonomiyi taşıdı.
Fakat artık dünya farklı bir noktada. İklim değişikliği, enerji darboğazı, gıda güvenliği ve su krizi gibi başlıklar, ülke ekonomilerinin kaderini belirleyen yeni faktörler haline geldi.
Toprak ve su bugün sadece tarımın değil, ulusal güvenliğin de en değerli bileşenleri.
Bu nedenle tarım ve hayvancılık sektörünün modernize edilmesi, teknolojiyle buluşturulması ve stratejik bir alan olarak görülmesi kaçınılmazdır.
Diğer yandan değişen dünya düzeni daha az barışçıl, daha az uzlaşıya açık bir yönelim gösteriyor.
“Kazan-kazan” anlayışının yerini giderek rekabet, çıkar çatışmaları ve sert güç mücadeleleri alıyor.
Risklerin arttığı, belirsizliğin giderek normalleştiği bir dönemin tam içindeyiz. Bu nedenle hem devletimizin hem de milletimizin her alanda daha çevik, daha hazır ve daha dayanıklı olması gerekiyor.
Artık tembelliğin lüksü yok. Boş konuşmanın zamanı değil.
Karıncalar gibi çalışmak, üretmek, geliştirmek ve yeniliklere daha çok açık olmak zorundayız.
Kendi kendine yeterli bir Türkiye inşa etmek büyük laflarla değil, disiplinli emekle ve gerçekçi stratejilerle mümkün.
Ekonomiden savunmaya, eğitimden teknolojiye kadar her alanda planlarımız öngörülebilir olmalı; yarının risklerine bugünden hazırlıklı olmalıyız.
Başarı, tesadüflerin değil; hazırlığın, çalışmanın ve kararlılığın eseridir.
Yeni dünya düzeninde güçlü kalmak istiyorsak, zihinsel dönüşümümüzü tamamlamak zorundayız.
Değişen şartları anlamak, onlara uyum sağlamak ve hatta o değişimi yönlendirecek kapasiteyi oluşturmak zorundayız.
Unutulmamalıdır ki, bugün atacağımız adımlar, yarın sahip olacağımız dünyanın sınırlarını belirleyecek.
Ülke olarak bu sınırları daha geniş, daha güçlü ve daha güvenli kılmak bizim elimizde.
Yeter ki farkında olalım, doğru okuyalım, doğru üretelim ve en önemlisi vazgeçmeden çalışalım.