Doğaya Dönüş

Yaş almak, tıpkı mevsimlerin değişimi gibi, insan ruhunda köklü bir dönüşümü beraberinde getirir.

Bir zamanlar parıltılı ışıkların, hızlı tempolu şehir hayatının ve gösterişli lüksün peşinden koşan o genç ve enerjik ruh, zamanla daha dingin, daha sade bir limana demirlemek ister.

Bu bir vazgeçiş değil, bir arayıştır aslında. Fantazinin, yapaylığın ve sürekli koşturmacanın yoruculuğundan sıyrılıp, varoluşun en yalın ve en saf haline dönme arzusudur.

İnsan yaşlandıkça, doğanın çağrısına daha güçlü bir şekilde kulak verir, ona dikkat kesilir.

Betonarme binaların soğuk ve ruhsuz duvarları, bir zamanlar statü ve konforun sembolüyken, artık içimizi sıkmaya başlar.

Oysa bir ormanın derinliklerinde ya da bir deniz kıyısında, minik bir ahşap evin sıcaklığına duyulan özlem, tarif edilemez bir hâl alır. Bu ev, sadece barınak olmaktan öte, bir sığınaktır.

Kendini bulma, yeniden topraklanma ve yaşamın gürültüsünden arınma yeridir.

Pencerelerden giren rüzgârın fısıltısı, kuşların cıvıltısı ve dalgaların ritmik sesi, en pahalı senfonilerden bile daha huzur vericidir.

Bu dönüşüm, yalnızca bir yaşam tarzı değişikliği değildir. Aynı zamanda içsel bir sadeleşme sürecidir.

Fazla eşyalardan, gereksiz yüklerden, karmaşık ilişkilerden ve toplumsal beklentilerden arınmadır.

Tüketim toplumunun bize dayattığı "daha fazlası" felsefesinin yoruculuğundan kaçıp, "yeterli olanın" bilgeliğine ulaşmadır.

Bir zamanlar sahip olmak için can attığımız lüks arabalar, en son teknoloji ürünleri ya da marka kıyafetler, anlamını yitirir.

Asıl zenginliğin, sabah uyanınca pencereden görünen masmavi deniz, ormanın kokusu ya da yıldızların altında yakılan bir ateşin sıcaklığı olduğunu fark ederiz.

Doğaya, köye dönüş, aslında özümüze dönüş demektir. İnsanın en ilkel ve en doğal hâliyle yeniden buluşmasıdır.

Toprağa dokunmak, bir fidan dikmek, kendi sebzeni yetiştirmek, denizden çıkan bir balığı pişirmek... Bu basit eylemler, modern dünyanın unuttuğu bir hazzı yeniden keşfetmemizi sağlar.

Doğayla kurulan bu bağ, bize sadece huzur vermekle kalmaz, aynı zamanda yaşamın döngüsünü, sabrı ve şükran duygusunu da öğretir.

Bir de insanlarla, hısım akrabalarla, komşularla barışık yaşamayı öğrenebilsek...

Keşke doğa kadar biz de insanı anlayabilsek.

Yaşlanmak bir kayıp değil, bir kazanımdır. Yaşamın bize sunduğu bir hediyedir. Bu hediye sayesinde, gözlerimiz parıltılı ama boş şeylerden, doğanın dingin ama dolu güzelliklerine çevrilir.

Bu dönüşümle birlikte, asıl mutluluğun lüks dairelerde değil, kalbimizin derinliklerinde, doğanın kucağında atılan her huzurlu adımda saklı olduğunu anlarız.

Her bir kırışıklık, her bir ak saç, bize bu sadeleşme yolculuğunun ne kadar değerli olduğunu fısıldar.

Ve nihayetinde, varılacak en güzel liman, doğanın o sıcacık ve şefkatli kucağıdır.

Doğanın kıymetini bilelim; tabii insanların da...