Sokağa Bırakılan Hayvanlar ve Vicdan
Bir sabah erkenden işe yetişmeye çalışırken kaldırımın kenarında titreyen bir köpek görürsünüz. Gözlerinde hem korku hem de umut vardır.
Belki dün akşam sıcak bir evin salonunda uyuyordu, belki de yıllardır aynı kapıdan içeri girip çıkıyordu.
Şimdi ise, bir yabancı gibi kentin karmaşasının ortasında, tek başına… Bu manzara artık hepimizin tanıdığı bir gerçek: Terk edilen sahipli hayvanlar.
Türkiye’de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun açık hükümleri var. Sahipli hayvanını sokağa bırakan ya da başıboş dolaşmasına göz yuman kişi 86.358 TL idari para cezasıyla karşılaşıyor.
Üstelik mesele yalnızca idari yaptırımla bitmiyor; Türk Ceza Kanunu’nun 177. maddesi, hayvanı terk eden kişi hakkında 6 aya kadar hapis cezası veya adli para cezası uygulanabileceğini söylüyor.
Kısacası, artık “Ben bakamıyorum” bahanesi, bir canı kaderine teslim etmenin gerekçesi olmaktan çıkmış durumda.
Peki neden hâlâ sokaklarımız bu kadar çok terk edilmiş hayvanla dolu?
Cevap aslında burnumuzun ucunda: Sorumluluk bilinci eksikliği.
Bir hayvanı sahiplenmek; sadece mama, su, veya aşı demek değildir. Bu, bir aile kurmak gibidir; sevgi, bağlılık, emek ve sadakat gerektirir.
Ne yazık ki birçok kişi, anlık heveslerle bir canı hayatına dahil ederken, o hayatın sorumluluğunu taşımaya hazır olup olmadığına bakmıyor.
Sonuçta zarar gören ise yine konuşamayan, kendini savunamayan o masum varlıklar oluyor.
Terk edilen hayvanlar yalnızca duygusal açıdan değil, toplum sağlığı ve güvenliği açısından da ciddi riskler barındırıyor.
Aç kalan hayvanın saldırganlaşması, hastalıkların yayılması, trafikte kazalara sebep olunması…
Tüm bunlar zincirleme sonuçlar.
Yani hayvana yapılan ihmal, topluma da zarar veriyor.
Fakat işin bir başka boyutu daha var: Ahlâkî sorumluluk.
Her toplum, en zayıfına nasıl davrandığıyla değerlendirilir. Bir hayvanı sahiplenip sonra onun güvenini kırmak, onu kapının önüne koymak… Bu yalnızca bir hukuki suç değil, aynı zamanda vicdanî bir yaradır.
Bir hayvanın gözünde terk edilmenin acısı, insanların sandığından çok daha derindir.
Çünkü onlar sadâkâti koşulsuzca bilir; ihaneti ise en çok onlar hisseder.
Bu nedenle yapılması gereken çok açık:
Hayvan sahiplenmek bir heves değil, ömürlük bir sözdür.
Bu sözü veremeyenlerin, o kapıdan bir canı içeriye almaya da hakkı yoktur.
Elbette belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının, veteriner hekimlerin ve gönüllülerin omuz omuza vermesi gerekiyor. Fakat toplumun temel taşı bireyler olarak, en büyük görev bizlere düşüyor.
Terk edilen her hayvan, aslında bir insanın sorumluluğunu yerine getirmemesinin sonucudur.
Bir gün bir sokak köpeğinin gözlerine bakarsanız, belki de anlayacaksınız:
Onlar için “biz” dünyayız. Sahibi olduğumuz anda, dünyalarının tamamıyız.
İşte bu yüzden asıl sahiplik, mama kabı doldurmakla değil; bir canın kaderini üstlenmekle başlar.
Bugün, bu köşe yazısını okuyan herkesin kendi vicdanına şu soruyu sormasını isterim:
Bir hayvanı sahiplenmeye gerçekten hazır mıyım?
Eğer cevabınız “Evet” ise, onu hiçbir koşulda terk etmeyeceğinize dair sessiz bir söz verin.
Eğer cevabınız “Hayır” ise, bu dürüstlüğünüz zaten en büyük erdemdir; çünkü bir hayatı heves uğruna mahvetmeyecek kadar bilinçlisiniz.
Hatırlatmakta fayda var:
Hayvanların yaşam hakkına saygı göstermek, toplumun huzur ve refahı için vazgeçilmezdir.
Onlara değer verirsek, aslında insanlığımıza da değer vermiş oluruz.
Her sokak hayvanı bir gün sıcak bir yuvayı hak eder; ama hiçbir sahipli hayvanın sokağa düşmeyi hak etmediği kesindir.