Boyabat’ın Ormanlarından Sofralara Uzanan Zenginlik
Sinop’un bağrında, çam ağacı kokularıyla yoğrulmuş bir ilçe vardır: Boyabat.
Uzun ovalarıyla, sisli yamaçlarıyla, mis gibi orman havasıyla yaşamanın başka bir ritmi tutturulduğu bu topraklarda, baharın gelişi sadece çiçeklerle müjdelenmez. Bir başka müjde vardır köylünün gönlünde: Höbelen mantarı…
Yörede kimi “kuzu göbeği” der, kimi sadece “höbelen” diye anar. Ama adı ne olursa olsun, bu mantar Boyabatlı için hem bir rızık, hem bir kültür, hem de alın terinin karşılığıdır.
Höbelen Zamanı
Nisan geldi mi Boyabat’ın köyleri kıpırdanır. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı sabahın erken saatlerinde sırtına sepetini alır; puslu ormanların yolunu tutar. O sepetin içine konacak her bir höbelen, doğanın sunduğu bir nimettir. Ama öyle her önüne gelenin toplayabileceği bir mantar değildir bu.
Gerçek höbeleni, zehirlisinden ayırmak ustalık ister. Bu bilgi öyle kitapla, ekranla kazanılmaz. Babadan oğula, anneden kıza geçer; yılların tecrübesiyle şekillenir. Çünkü doğa, hem cömerttir hem sınayıcı…
Köylünün Yeşil Umudu
Höbelen, Boyabat köylüsü için sadece bir yemeklik değil, aynı zamanda mevsimlik bir gelir kapısıdır. Ormandan gelen bu sessiz nimet, ilçe merkezinde kurulan pazarlarda el değiştirir.
Kimi mantarını kurutur, kimi taze satar. Aracılar, nakliyeciler, hatta büyükşehirdeki tüccarlar bu döngünün birer parçası hâline gelir.
Boyabat’ın sokaklarında başlayan bu serüven, İstanbul’un şık restoranlarında, İzmir’in butik mutfaklarında son bulur.
Ve işin en güzeli: O mantarın her lokmasında, Boyabat ormanlarının kokusu, köylünün alın teri vardır.
Sofraların Başköşesinde Bir Lezzet
Höbelen mantarı Boyabat’ta sıradan bir yiyecek değil; misafire sunulan, özel günlerde sofraya gelen bir ikramdır. En bilinen haliyle kavrulur, üzerine birkaç yumurta kırılır… Sade ama doyurucu, mütevazı ama gurme tatlara taş çıkartacak kadar özgündür.
Yazdan kurutulan höbelenler, kışın çorbalara lezzet katar. Tencerede kaynarken evin içini dolduran o koku, insanı çocukluğuna götürür.
Bu eşsiz mantar, Batı’da “morille” adıyla tanınır, şeflerin gözdesidir.
Fransız mutfaklarında etin yanına konur, krema soslara karışır. Ama hiçbir yerde, Boyabat’ta piştiği gibi pişmez, hiçbir yerde bu kadar samimi bir anlam taşımaz.
Gelecek İçin Sorumluluk Zamanı
Ancak bu güzel hikâyenin bir de dikkat isteyen yanı var. Höbelen mantarı, doğaya bağlı bir nimettir.
Her yıl aynı verimi almak için doğaya saygı göstermek gerekir. Aşırı toplama, bilinçsizce yapılan kesimler, orman tahribatı... Bunlar sadece bugünü değil, yarını da tehdit eder.
İşte bu yüzden eğitim şart. Hem köylü hem şehirli bu konuda bilinçlenmeli.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yöre halkıyla el ele verip başlattığı projeler umut verici tabii.
Belki bir gün höbelen, doğadan değil de kontrollü ortamlardan da üretilecek ama doğanın sunduğu o eşsiz aroma kolay kolay yakalanamayacak.
Sonuç olarak, Boyabat’ın höbeleni, bir mantardan fazlasıdır.
Ormanın içinden gelen bereketin, emeğin, kültürün bir yansımasıdır.
Onu yani höbelen mantarını yaşatmak; sadece bir lezzeti değil, bir yaşam biçimini korumaktır.
Köy yollarında höbelen sepeti taşıyan ninelerimizin, ormanda sabah sisinde mantar arayan gençlerin hakkını gözetmek, bu emeği geleceğe taşımak hepimizin boynunun borcudur.
Çünkü bu köprü -ormandan sofraya uzanan höbelen köprüsü- bir kez yıkılırsa, yerine konacak başka bir lezzet yoktur.