Odun için meşe katli ve iki anlayış !

ODUN İÇİN MEŞE KATLİ,VE  İKİ ANLAYIŞ!..

Kuzey’in incisi;

Sinop vilayetinin 85 km güneyinde şirin ve kadim bir ilçe vardı. Bu ilçenin adı Boyabat’tı. Bu kadim “Şehir’e” 1954 yılından önce 150’den fazla köy bağlı bulunuyordu. İlk olarak Durağan, 1990’dan sonra da Saraydüzü ilçe oldu ve böylece, ”kadim Şehrin”  köy sayısı da azaldı. Gerçi Boyabat’tan ayrılış, sadece resmiyette olmuştu ve köylerden biri de “kadim şehrin” güneyinde ve tam da 20’km uzağında bulunuyordu. Bu köy küçük görünümlü olsa da tam beş soydan çoğalmış aileleri sınırları içinde barındırıyordu.

Kuruluş tarihinden itibaren, geleneklerimizde olduğu gibi soylar/sülale lakaplarıyla anılıyordu. Mezhepsel Saiklerle bazıları tarafından kabul edilmek istenmese de bu köyün kök itibariyle Çepni Türklerinden olduğu tahmin ediliyordu. Özellikle isimlerin kısa söylenmesi de bu kökü doğrular nitelikteydi. Örneğin: Hanoğlu yerine “Haoğu.’denmesi gibi.

            Köyde insanlar tarım ve hayvancılıkla geçinirken, 1950’li yıllardan sonra Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlere göç veren köylerimizden olmuştu. Özellikle 1960 sonrası Şakir’in Mehmet (mekânı cennet olsun)diye biri köyün Cumhuriyet tarihinde ki ilk memuru olarak öncülük etmiş köye çeşme suyu getirtmiş ve birde su kuyusu açtırmıştı. Bu çalışmaları başka yararlı çalışmalarla birleşmiş ve civar köyleri de içine alan çeltik ekme ve imece usulü ile köy meralarına meyve ağaçları dikme gibi işleri başarıyla uygulamıştı. Bu durumla da köyün makûs tarihi değişmeye başlamıştı. Ancak sonraki yıllarda Orman işletmesinin zorlamasıyla yaylalarda ki tarlaları ekmeyi bırakan ve ekim alanları daralan köylüler geçim zorluklarıyla karşılaşmış ve gençlerini gurbete göndermeye başlamıştı.

Gençlerin gurbete gitmesi ve yaşlıların da ölmesi ile yıllar içinde köyün en kalabalık sülalesi kabul edilen ‘Tembeller’ kabilesinden bile sadece bir iki aile köyde kalmıştı. Köyde kalanlarda yaylalarda ve köyde, ne varsa taşı toprağı benimsemeye başlamıştı. Ancak, gurbete gidenlerden bazıları da, okumuş ve devlet kademelerinde belli makamlara gelmişti. Bazıları da iş adamı olmuş ve neticede imkânları artmıştı.

 İşi gücü düzelen gurbetçiler zamanla köylerine dönmeye başlayınca; tarlalarda sınırları bozan, harmanları keyiflerince çeviren, tarla, bahçe çitleri içinde biten cevizleri kendi sınırı içine çeken, Türkçesi dağları, köyleri ve tarla kenarlarındaki ağaçları benimseyen adamların da bunlar nerden geldi dercesine sıkıntıları başlamıştı.

Gurbetten dönenlere açıktan bir şey yapamamış olsalar da, el altından, zarar vermeler ve onları köyden soğutma çalışmaları, farklı yöntemlerle devam etmişti. Birde eskinin takipçi ve baskıcı orman idaresi; gerek tarla kenarlarındaki meşe ve diğer ağaçları gerekse devlet ormanları olan bölgelerde ki diğer ağaçları kaderine bırakmış o eski katı korumacılığını bırakmıştı. Böylece köyleri benimsemiş hırslı adamlara da gün doğmuştu.

Bu hırslı adamlar özellikle, tarla kenarlarında yaşlı meşeler ve çetlemik denilen sert ağaçlara karşı bir bakıma katliama başlamıştı. Meşe ve Çetlemik ağacı katliamını görmek için köyün çevresinde ufak bir gezinti yeterli olacaktır.

Ağaç ve insan sevgisinden ve merhametten uzak insanların bulunduğu yerde, o asırlık ağaçların köklerinden kesilmesi de kaçınılmaz olabilmektedir. Bunları anlatırken ne demek istediğimi anlamayan insanlar, asırlık ağaçların katlini “bir iki ağaç kesme” ve odun ihtiyacı olarak değerlendirmekteler maalesef.

Sevgili okurlarım; konumuza dönersek; bu köyden çıkmış, tahsilini tamamlamış ve kamu’da önemli göreve gelmiş birisi vardı. Bu kişi köyünü ve çıkış şartlarını hiç unutmamıştı. Köyünde yapılması gereken her iş ve hizmete el atmış, resmi projeleri takip ederek o günün muhtarına çok destek olmuştu.

 Ayrıca; Türkiye de Bağ-Kur sigorta sistemi tabana yayılmadan, kurumun ilk kuruluş yıllarında hemşerilerini yönlendirmiş ve yüzlercesinin emekliliğine destek olmuştu. Köylülerinin emeklilik yoluyla gelire kavuşmasından başka, köyün devletle olan her işine koşmuş ve imkânlar dâhilinde köyünden 10’lar ve 20’lerce insanın iş güç edinmesini de sağlamıştı.

Hayatın olağan akışı içinde gün gelmiş ve artık o da yaş haddinden emekli olmuştu. Ancak emekli olmadan önce köyüne bir ev yaptırmak istemiş ve kısa sürede de yaptırmıştı. Bu emekli bürokrat ev yaptıracağı yerin sınırlarını fazla zorlamadan ve kenardan kıyıdan arsa tecavüzlerine aldırış etmeden; komşularla öteberi demeden, zabdedilmekten kurtardığı yere her işini de resmi olarak evini yaptırmıştı.

Ama yakın komşuları sınırları geçmişlerdi; yolların bir kısmını bahçeye dâhil etmişler ve eski bürokratın yerini de yol vs. gibi çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için kullanıyorlardı. O da ev yapmasından dolayı meydana gelen, rahatsızlıkları seziyordu. Ama hoş görü içinde kimseyle muhatap olmamaya çalışıyordu. Hatta iki yüz yıllık samanlığa bir metre girerek sınırım burası diye kazık çakan amcasının oğluna bile bir şey dememişti ve tamam sınır nere diyorsan oradan olsun demişti.

Bunlar olmadan öncede, tarlasının birinde hem tarlanın hem de tapunun içinde bir top meşelik vardı. Bir akrabası da geçmişte buradan iki kök yaşlı meşe kesmişti. Bu bürokrat çok üzülmüş ve annesinin üzülmemesi içinde anne o meşeler bizim değildi demişti. Ancak meşeleri kesen kişiye de ölü diri hatırına “bu son olsun” lafından başka da bir şey dememişti.

Aradan yıllar geçmişti ve Orman işletmesi orman köylerine verilen odun tahsisatını kaldırmıştı. Köylülerin bazıları, bu durumu fırsat bilmiş ve kırmızı görmüş boğalar gibi yaşlı ağaçlara saldırmıştı.

Köyden biride babam buradan ağaç kestiydi bura bizim diyerek o bürokrata ait en az üç yüz yıllık anıt ağaçları acımasızca kökten kesmişti. Tarla sahibi (e.bürokrat)haberi olunca yaşlı ağaçları keseni o (az kalsın beyefendi yazacaktım) adama telefon etmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmişti.

Arayan şahıs; önce kendini tanıttı ve:”Benim meşeleri kesmişler senin haberin oldum- mu?”

O Kişi :  “Kesmişler derken o meşeler bizim diye ben kestim.”diyor.

Mal sahibi: “senden hiç beklemezdim. Neye göre senin tapun, falan var mı?”

 O kişi : “Benim yokta dede’min üzerine imiş.”

Mal sahibi: Bak mişli muşlu iş olmaz. Ben geçen sene ceviz dikeceğim diye yerimi ölçtürdüm. Zaten görüntüsü de belli, meşeler benim tarlamın içinde. Daha önceki yıllar da baban da oradan kesmiş ve ben annemi üzülmesin diye anne meşeler onların dedim ve babana da bir daha olmasın demiştim. Bakıyorum bu gün sende ayni hata üzeresin.”

O kişi: “Bilmiyordum, ben bizim sanıyordum telafi edelim, yarım traktör bile gelmedi. Ben sana bir traktör getireyim.”Çünkü adam meseleye odun olarak bakıyordu.

Mal sahibi: “Bak o ağaçlar taaa dedemin babası zamanından en az üç yüz yıllık anıt ağaçlar. Hatta tescillendirmeyi düşünüyordum. Onların, altında dedelerim oturdu, babam oturdu ve benim ve diğer kardeşlerimin beşiği o ağaçta sallandı. Sen nasıl kıydın? O gölgelik ağaçlara.”

O Kişi : “Bu oldu telafi edelim.”

Nasıl telafi edecekse sanki ağaçları yeniden dikebilecek!..Mal sahibi ile meşe ağaçlarını kesen kişi arasında böyle bir konuşma olmuştu.

 Ama o ağaçları yerine getirmek mümkün değildi. Telafisi imkânsız iş diye de tam buna denirdi.

Bura da söylemek istediğim tarihi meşeleri kesen adam meseleye odun açısından bakıyor ve cehaletle bir hakkı gasp ediyor. En kötüsü de yaptığı ağaç katliamının farkında bile olmuyor. Bura da ki iki anlayış önemliydi.

Birincisi hatıralarını barındıran ağaçlara bakınca dedelerinin manevi hatırasını görüyor ve o ağaçlar üzerinden kendi çocukluk anılarını yaşıyordu. Ölü diri hatırı sayıyor ve mahkemeye bile gidemiyordu. Çünkü  “aşağı tükür sakal yukarı tükürsen bıyık.”sözü tecelli etmişti.

İkincisi ise acımasızca kestiği ağaçlardan iki günlük odun ihtiyacını karşılamayı düşünüyordu ve odunu bedavaya getirme derdindeydi.

Evet, “meşe, odun ve hatıralar.”ve bakışı böyle insanımızın.

Çok acı değil mi?

Hoşça kalın.

                    

YORUM EKLE

banner115