Nezih Yıldırım'ın kaleminden. KOCA ÇINAR ve SONBAHAR..!

Dedem ağaca yaslanmış avluda dikiliyordu.

Öyle bir “ah” çekti ki, yüreği titriyordu.

Dedim: “Ne oldu dede sana?” Sükûnetler baktı bana.

Önce süzdü baştan sona gözü daldı uzaklara: “Hayır, be evlat, diyerek; başladı anlatmaya.

Vurdu Çınar’ın gövdesine, tebessümle elini. Hem’i de tutuyordu ağrıyan o belini.

"Ah be evlat diyerek:” Gövdeden (ayrılmak istercesine) yana yatan dalı gösterdi : “Oğlum, şu dal var ya, şu dal..!Yere yığılmasın diye altına verilen, dayamayı (direği) babam dikmişti, babam.

Bakıyorum da, çürümeye yüz tutmuş ve çekemez olmuş yükünü.”

Demek ki, ağaçlarda yorgun düşüyor insan gibi.”

Dedemin kahir dolu sözlerinden sonra, gözlerimi çevirdim ve dikkatle baktım!

Dedem iri yapılı kemikleriyle, heybetlice dikiliyordu.

Omuzlarına çöken yorgunluk sa, beni içlendiriyordu.

Kalın hadlerden yüzünde oluşan çizgiler, belirgin görünüyordu.

Koca Çınar dal atmış ve yaprakları sararmış,(sanki) titreyerek tutunuyordu.

Çınarın hali, ruhuma kasvet veriyor ve buraya dikeni düşündürüyordu.

Dedem ağaca bakınca,(belki) kendini görüyordu. Belki de dikeni de biliyordu.

Mevsim artık sonbahardı, bunun oda farkındaydı.

Dedem: Yüzüme baktı, soruyu anlamıştı: “evlat bu çınarın dikilişinden bahsedeyim mi.” diyordu. Bana söz bırakmadan kendi devam ediyordu: “Oğlum, Alparslan’ın ordularında Anadolu’ya giriş “cengine” katılan büyük dedem, bu çınarın, tohumunu Türkistan’dan getirmişti.

Avuçlarında getirdiği toprağın içinde bulunan tohumu işte buraya dikmişti. Tohum, bitmiş dal salmıştı.

Görüyorum ki, oda yaşlanmış ve çekemez olmuş asırların, ağırlığını."

Sözün devamında: “Evlat devletler de insan gibidir. Kurulur cenklerle büyür ve bir gün gelir ağaç gibi yıkılır.

Kök olarak bizim devletimiz olan, Selçuklu ve Osmanlı da böyle olmuş ve son olarakta cumhuriyet kurulmuştur: “Evet evlat her şey doğar, yaşar ve ölür.” diyordu.

Konuşurken, sormak istedim, ama fırsat vermedi: “Evlat her yaşayan ölür amma bazı şeylerin devamlılığı esastır.

"Bu çınarı! Bura ya büyük dedem dikmiş.” dedim ya, babam da dallarını güçlendirmiş ve bugüne ulaşmasını sağlamış.

Ben, ağaç dikemedim, sadece dikilenlere sahip çıkmaya çalıştım.

Bundan sonra dikilen ağaçlara sahip çıkacak olan sizleri yetiştirdim.

Ben “Sonbaharı”(yaşlanma kastediliyor) yaşarken, sizler çok, baharlar görecek ve ağaçlar dikeceksiniz.

Dikilen ağaçlar büyüyecek ve Anadolu’da yeniden kök salacak.

Ben yapraklar, hüzünle titrerken, ben hafif rüzgârlarla üşüyorum.

Bir gün “ağaçlar gibi yıkılacağım, bunu biliyorum.” yıkılmadan önce de size baharı müjdeliyor.” dedi.

Dedemin cümleleri duygulandırdı beni. Öyle ya sararan yapraklar ve üşüten rüzgârlar! Düşündürdü ve bakışındaki derinliği anlamamı sağladı sözleri.

Sordum “nenin nesidir sonbahar.” Dedi: “her mevsim de bir güzellik var.”

Ama ağaçlar kışta dal salmaz, çiçek açmaz ve birçoğu da kar yağışına dayanmaz. Bu yüzdendir, kar da yıkılan ağaçlar.

Kışın habercisi, yine geldi sonbahar. Müjdeler olsun, “kıştan sonra geliyor bahar.

Bir şiirle bitirelim.

Hoşça kalın.

Nezih Yıldırım

20.12.2020

Durgun havuzları işlesin bırak

Yaprakların güneş ve ölüm rengi,

Sen kalbini dinle, ufkuna bak.

Düşünme mevsimi inleten rengi

Elemdir mest etsin ruhunu

Eser rüzgârların durgun ahengi.

Yan yana sessizce mevsimle keder

Hicrana aldanmış kalbimde gezin

Esen rüzgârlara sen kendini ver.

             Ahmet Hamdi Tanpınar.

YORUM EKLE

banner115

banner124

banner138