ASIM'IN NESLİ VE ÇANAKKALE HARBİ!

Milletler tarihinde dönüm noktaları vardır. Bizim Tarihimizin de önemli dönüm noktalarından biri, 18 Mart 1915'dir.

Osmanlı İmparatorluğu 10’dan fazla cephede Türk Milletini Tarih sahnesinden silmek isteyen İngiliz ve Fransızlardan başka birçok devletle savaştı. O günün deyimiyle "Garplılar." "Yenilmez Armada" dedikleri tarihte benzeri görülmemiş büyük bir donanmayla 19 Şubat 1915 tarihinde Çanakkale Boğazına girdiler ve kazanacakları zaferden son derece emindiler.

Ama yanlış hesap yapmışlardı. Tarihte eşine rastlanmayacak direniş gösteren şanlı ecdadımız. Kırılmaz mücadele azmiyle yaklaşık 250 bin şehit vererek "Çanakkale'yi geçilmez" kıldı ve çok büyük bir kahramanlık destanı yazdı.

Türklerin yenilmez azmi karşısında şaşıran düşman kuvvetler Ocak 1916 da Çanakkale'nin geçilmez ligini kabul ederek ölülerini de bırakmak suretiyle defolup gittiler. Milletimizi büyük acı ve ızdıraba düşüren Çanakkale savaşı o günün Aydınlarının da içini burkmuş millet olarak hepimizi yese düşürmüştü ve o acıyı içinde hisseden mütefekkirler den biri de Mehmet Akif Ersoy'du.

İstiklal Marşımızın da şairi, olan Ersoy, (her evde bir Safahat bulunmasına rağmen) Türkiye’mizde doğru tanınmamıştır. İstiklal marşını yazdığında sırtında paltosu olmadığı halde, marşa konulan, o günün şartlarında çiftlik alacak kadar büyük bir ödülü kabul etmemiştir.

Bu soylu adamın Yüzü İleriye dönük olmasına rağmen, birileri tarafından sözüm ona "Gerici" ve "Mürteci" olarak yaftalanmak istenmektedir. Ama olsun İftiralar Büyükleri küçültmez, O Harbi içinde yaşamış ve en mükemmel şekilde de haykırmıştır. Merhum Akif Gerekeni söylemiş, biz de onu köşemizde konuşturacağız. Ama söz Akife geçmeden siz dostlarımdan isteklerim olacak.

Evinde Safahat bulunan herkes safahatı bir kez daha lütfen anlayarak okusun.

Asımın neslinden ne beklendiğini ve Milletimizin neler çektiğini bir defa daha görmüş olsun.

Mehmet Akif Çanakkale için; eyvah, orası bizim son kalemiz! O da yıkılırsa halimiz; ne olur?" diye gözlerinden yaşlar dökmüş ve çocuklar gibi ağlamıştır.

Akif'in Çanakkale için ağlama dığı gün ve gece yoktur diyenler olmuştur.Çanakkale Şehitlerimiz için,Akif'in gözyaşlarıyla o meşhur abidevi ve destansı şiir doğmuştur.

Şiir …

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı.

Nerde-gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"

Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında,

Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

Ah, o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyla sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer

O ne müthiş tipidir; Savrulur enkâz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak.

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak, sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret kî bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat, kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına RAM?

Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler

Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse Huda'nın ebedî ser haddi;

"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar...

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi...

Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc Ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap...

Seni ancak ebediyetler eder istiâb.

"Bu, taşındır" diyerek Kâbe’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyla,

Kanayan lâhdinc çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni Iebrîz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhat!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

Netice de: Emperyalistler görecekleri direnci hesaplayamadıkları için planlarını da gizleme ihtiyacı hissetmemişlerdi.

Nitekim İngiliz Binbaşı H.M.Alexander hatıralarında, Çanakkale Savaşlarına katılan gemilerden birinin yan tarafına, büyük Harflerle "Önce İstanbul'a, sonra haremlere, evlere hücum!" sözlerinin açıkça yazılı olduğunu belirtmektedir.

Donanmalarının Çanakkale sularına gömüldüğünü görüp "Çanakkale Geçilmez" diyerek kaçanların ardından Merhum Akif Haykırmasına devam etmiş ve !..

"Asım'ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek.İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. "Mısralarıyla dile getirmiştir. Bugün İstiklal marşının 101.Kabul gününde; 18 Mart 1915 ruhunu iyi analiz edip yeniden anlamaya İhtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Hoşça kalın.

Nezih Yıldırım 12.03.2022

YORUM EKLE

banner115