EVLİYA ÇELEBİ’NİN RÜYASI

Dünyaya gezi kültürünü miras bırakan Evliya Çelebi kimdir? 1611’de İstanbul Unkapanı’nda doğmuş, 1682’de (yetmiş bir yaşında) vefat etmiş  hafız, edip, şair, hattat, nakkaş ve musikişinastır. Aslen Kütahyalıdır. Kendisi, dedelerinin Ahmet Yesevi’ye kadar ulaştığını nakleder. Sıbyan mektebinde eğitimine başlamış, ve göstermiş olduğu başarılarından dolayı Enderunda eğitimine devam etmiştir. Babası. Arapça, Farsça, Rumca ve Latince bilir.  Sarayda kuyumcubaşı olan babası, Derviş Mehmed Zilli’den hat, tezhip ve nakış eğitimi almıştır.  Ömrünün elli yılını gezerek geçirmiştir. Kendini ‘Riyasız Evliya’ olarak tanıtır. Hiç evlenmemiştir.Yazdıklarından hareketli biri olduğu, iyi ata bindiği ve nüktedan bir kişi olduğu anlaşılır. Sesinin güzelliğiile  IV.Murad’ın  dikkatini çekmiştir. Evliya Çelebi, gezileri sırasında  Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasebeciliğini, Revan Hanı’nın elçiliğini de yapmıştır.
Evliya Çelebi, seyahatlerine başlamadan önceki duygularını şöyle ifade eder: “Bağdad’ın  fatihi Sultan Murad Han Gazi toprağı temiz olup rahmet denizine gark olsun, onların saltanatı zamanlarında Hicret’in 1041 [1631-32] tarihinde yaya olarak Belde-i Tayyibe yani İstanbul’un çevresinde olan köy ve kasabaları, nice bin bahçe, güllük gülistanlık İrem bağlarını gezip görünce hatırıma büyük seyahat arzuları geldi.”     
Ve ekler: “Dünyada beden sağlığı, tam seyahat ve son nefeste iman ricasında idim. Daima gönlü yaralı dervişlerle görüşüp sohbet şerefleriyle şereflenir, yedi iklimin ve yeryüzünün dört köşesinin vasıflarını işittikçe can u gönülden seyahat isteyip, ‘Aya âlemi seyredip Arz-ı Mukaddese’ye, Mısır ve Şam’a, Mekke ve Medine’ye varıp o Varlıkların Övüncü’nün Ravza-i Mutahhara’sına (Peygamber Efendimizin mübarek mezarlarına) yüz sürmek müyesser ola mı?’ diye ağlayıp inler, sızlanır ve serseri olurdum.” 
Bir aşure gecesi 1630’da, (on dokuzunda iken) İstanbul’daki evinde dinlenirken uyku ile uyanıklık arasında  bir rüya görür. Rüyasında Ahi Çelebi Camii’ndedir. Ardından tam elli yıl diyar diyar gezer. Kimi zaman okumalarına at sırtında devam eder. Hem gezer, hem yazar. Daha on dokuz yaşında iken İstanbul’un her yerini yürüyerek gezer. Bu geziler onun  içindeki seyahat etme, keşfetme ateşini alevlendirir ve ömrü yettiğince ulaşabildiği bütün coğrafyaları dolaşmıştır.. 
Evliya Çelebi on ciltlik eseri Seyahatname’de rüyasını şöyle anlatır: “Önce saf hakir,  fakir ve çok kusurlu duacı, âlem seyyahı, âdem nedimi, Derviş  Mehmed Zilli oğlu gösterişsiz Evliya daima etkili dualara devam,  şerefli övgülere râğıb ve mülâzim olup Rabb’ın hikmeti, Yezdân’ın hidayeti, Kur’an-ı Kerim sure ve âyetlerinin bereketiyle illetli dil  Cenâb-ı Hak tarafından yardım isteyip doğum yerimiz olan İstanbul’da evimizin köşesinde değirmi yastık üzerinde murad uykusuna yaslanıp 1040 Muharreminin Aşure gecesi [10.M.1040/ 19.08.1630] idi ki bu hakir uyku ile uyanıklık arasında iken görürüm ki Yemiş İskelesi yakınında Ahi Çelebi Camii adlı cami ki helâl ve temiz mal ile yapılmış dua kabul olunur eski bir camidir. Rüyamda kendimi o camide gördüm. Derhâl camiin kapısı açılıp pür-silah asker ile nurlu camiin içi nurlu kalabalık cemaatle doldu ve sabah namazının sünnetini kılıp salavât-ı şerifeye meşgul oldular. Meğer hakir minber dibinde oturup bu nurlu güzel yüzlü cemaati seyretmede hayran oldum. Hemen yanımda olan cana bakıp, “Benim Sultanım, mübarek zâtınız kimdir? Mübarek isminizi bize ihsan buyurunuz.” dedim.  O zât “Aşere-i Mübeşşere’den kemankeşlerin piri Ebî Vakkas oğlu Sa’d’ım” deyince mübarek elini öptüm.”Ya Sultanım, bu sağ tarafta nura gark olmuş güzel kalabalık kimlerdir?” dedim. “Onların hepsi peygamberlerin ruhlarıdır, geri safda bütün evliya ve asfiyâ ruhlarıdır. Bunlar sahâbe-i kirâm, Muhâcirîn, Ensâr, Erbab-ı Suffe, Kerbelâ şehitleri ve sadıklardır. Bu mihrabın sağındaki Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’dir. Mihrabın solunda Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Mihrap önündeki külâhlıca zât Hz. Risâlet’in dünya ve âhiret kardeşi Hz. Veysel Karanî’dir. Camiin solunda duvar dibinde siyah-çehre zât senin pirin, Hazret’in müezzini Bilâl-i Habeşî’dir. Bu ayak üzere cemaati saf saf bozan ve düzen kısa boylu adam, Amr-ı Ayyâr Damirî’dir. İşte bu alem ile gelen asker ki kızıl kanlı esbâba gark olmuşlar, Hz. Hamza ve bütün şehitlerin ruhlarıdır.” diye cami içindeki bütün cemaati birer birer bu hakîre gösterip her hangisine bakışım isabet ettiyse elimi göğsüme koyup göz âşinâlığı edip taze can buldum.”
Rüyasında sahabelerden Ebî Vakkas oğlu Sa’d kendisine rehberlik yapmaktadır ve ona öğütler vermektedir:
“Ebî Vakkas oğlu Sa’d öğretmesiyle hizmetimi tamam ettim. Hz. Risâlet, mihrabda yakıcı sesle uzzâl makamda bir Yâsîn-i şerif, üç kere İzâcâ›e ve Mu’avvezeteyn surelerini tamam okudu ve Bilâl Fâtiha dedi. Hazret mihrabda ayak üzere dururken hemen Ebî Vakkas oğlu Sa’d Hazretleri elimden yapışarak Hazret’in huzuruna götürüp, “Sadık âşığın ve müştak ümmetin Evliya kulun şefaatin rica eder.” deyip Hazret’e götürdü. “Mübarek ellerini öp!” deyince ağlamaklı olup mübarek ellerine küstahane dudaklarımı vurup mehâbetinden, “Şefaat yâ Resûlallah!” diyecek yerde, “Seyahat yâ Resûlallah!” demişim. Hemen Hazret, tebessüm edip, “Allah’ım, şefaati, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştır.” deyip “Fâtiha” dediler. Bütün sahâbe-i kirâm Fâtiha okuyup toplantıdaki herkesin mübarek ellerini öperdim, her birinin hayır duasını alıp giderdim. Kiminin mübarek eli misk gibi, kimi amber, kimi sümbül, kimi gül, kimi reyhan ve kimi zımrân (safran), kimi menekşe, kimi karanfil gibi kokardı. Bizzat Hz. Resûl’ün kokusu safran açılmış gül gibi kokardı. Mübarek sağ elini öptüğümde sanki pamuk gibi kemiksiz mübarek bir el idi. Fakat diğer peygamberlerin elleri ayva kokusu gibi kokardı. 
Hz. Ebûbekir’in mübarek elleri, kavun gibi kokardı. 
Hz. Ömer, amber kokusu gibi idi.
Hz. Osman’ın menekşe gibi kokusu vardı.
Hz. Ali’nin kokusu, yasemen gibi idi.
İmam Hasan karanfil gibi, İmam Hüseyin beyaz gül yaprağı gibi kokardı. Allah onların hepsinden razı olsun. Bu hâl üzere toplantıda bulunanların hepsinin mübarek ellerini öptüm. Yine Hz. Peygamber, Fâtiha deyince bütün sahâbe-i kirâm yüksek sesle Fâtiha’yı okudular. Hemen Hz. Risâlet-penâh mihrabdan, “Esselâmü aleyküm ey kardeşlerim!” deyip camiden dışarı çıkınca bütün Sahâbe-i Kirâm, hakîre türlü türlü hayır dualar ettiler ve camiden çıkıp gittiler.” 
Evliya Çelebi, Seyahatname gibi büyük bir eser vücuda getirmek istemesini Kutlu Zat’ın duasına ve Ebî Vakkas oğlu Sa’d Hazretlerinin ondan isteğine bağlar:
“Hazret’in bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanî’de  yazıldığı gibi idi. Yüzünde örtüsü al şal idi. Mübarek sarığı on iki kolanlı beyaz şaş idi. Mübarek sarıya yakın deve yününden idi. Boynunda sarı renkli yün şalı var idi. Mübarek ayaklarında sarı çizmeleri var idi. Kutlu başlarında sarığı üzere bir misvak sokulmuş idi.” sözleriyle ifade ettiği Efendimiz (sav)’in  yüzündeki örtülerini açtıktan sonra güzel yüzünü gösterip gülümseyerek; “Şefaatim, seyahatim ve ziyaretim. Allah›ım ona (bu yolda) sıhhat ve selâmet ver.” şeklindeki duası ve Ebî Vakkas oğlu Sa’d Hazretlerinin şu isteği:
 “Yürü ok ve yay ile gazâ eyle, Allah’ın koruması ve emniyetinde ol, müjde olsun sana bu mecliste ne kadar ruhlar ile görüşüp mübarek ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olup dünya seyyahı ve insanların seçkini olursun, ama gezip dolaştığın memleketleri, kaleleri, acayip ve garip eserleri, her beldenin övüleceklerini, sanatlarını, yiyecek ve içeceklerini, arz ve tûllarını (paralel ve meridyenlerini) yazıp bir eser eyle ve benim silahımla amel edip dünya ve âhiret oğlum ol. Hak yolu elden koma, hile ve kötülüklerden uzak dur, ekmek ve tuz hakkın gözet, sadık dost ol, yaramazlarla dost olma, iyilerden iyilik öğren.”  
UNESCO, 2011’i Evliya Çelebi Yılı” ilan etmişti. Aşkla arşınladığı yerleri  aşkla kaydettiğini bildiğimiz Evliya Çelebi, kültürümüzün ve tarihimizin  büyük bir değeridir. Bize düşen, onun hatırasını yad etmek, büyük eseri Seyahatname’yi  nesillerce satır satır okumak ve onun gibi duyduğumuzu, gördüğümüzü aşkla kayıt altına almak.

YORUM EKLE

banner115