KUL SEVERSE NEYLESİN?

KUL SEVERSE NEYLESİN?

Siyaset fokur, fokur kaynarken, Yavuz Sultan Selim Han’a hitaben söylendiği anlatılan “Kul severse neylesin” sözünü yazı başlığı yapmak istedik.

Önceki yıllarda yayımladığım bu yazıda yaptığım ufak rötuşla ve farklı bir konuda sizinle yeniden söyleşmek istedim. 

 Eski yıllarda, Ankara Altındağ Belediyesince düzenlenen söyleşi programına konuşmacı olarak katılmıştım.  Söz bize düştüğünde “Şair nasıl olunur” sorusunu içten bir girizgâhla anlattım.

“Şairlik bir şeye ilgi duymayla başlar o şeye ulaşamama neticesinde, insan içinde yeşeren kavuşma arzusu hissiyatı artırır hislerin yazıya veya söze dökülür ve sevenin dünyasında oluşan “inkişaf” ortaya çıkar ve insan ruhunu etkileyen kelimeler cümleye veya sanata dönüşür. ”diye anlatmıştım.

Çıkış noktası olarak, karşı cinslere duyulan ilgi ve isteğin ruhta fırtınalar oluşturması gibi ifade ile Abdürrahim Karakoç’un Mihriban’ını Neşet Ertaş’ın “Leyla’sını, Kerem’in Aslı’sını ve Yusuf’un Züleyha’sını müşahhas örmek olarak göstermiştim.

 Şair ilk adıma, ulaşamadığı “sevgili” ile başlar dediğimde, diğer konuşmacı “Her şeyin başı kadın mı? Öyle şey olur mu?” demiş ve sert bir itirazla ayağa kalkarak tepki göstermişti.

Ayrıca konuşmasında karşı cinse hiç yer vermeden direk halk deyimi ile “Hak Aşığı” olunabileceğini savunmuştu.

Hâlbuki el üstünde tuttuğumuz ve değerlerimizden kabul ettiğimiz “söz sanatçılarının” kahir ekseriyetinde ulaşılamayan bir sevgili olduğunu ve o sevgiliye söylenmiş ahenkli sözlerin şarkı ve türkülere dönüştüğünü böylece, günlük hayatımızın bir parçası haline geldiğini görebiliriz. Böylece kendimizi farklı göstermenin anlamsızlığını da görmüş oluruz.

İçin de sanat ruhu barındıran sözlerin zenginleşerek anlamlandığını, “sözü” söyleyenin eğitimine ve kelime haznesinin genişliğine bağlı olduğunu da düşünüyorum.

Mesela Âşık Veysel’in “Toprak Şairi” olmasında Köy Enstitülerin de aldığı eğitimin inkârı mümkün değildir.

Türkçesi şairlerin şairliğe adım atışı, aldığı eğitim/kültürü ile ilgili ve genel olarak ulaşılmayan bir sevgili bulunduğu görülür. Sevgilide genel de genelde “ kadındır”.

 Duyguların yoğunlaşması ile ‘Vuslat’a ermeyişi ve Ruhta tahrifata dönüşmesi gibi. Ulaşılamayan “sevgilinin” daha da ötesine geçilerek sevgililer sevgilisine ulaşma arzusu. Bu husus kadın, tabiat, vatan en sonuncusu da “Allah” sevgisidir.

Bu durumlar  insanın fizyolojik ve biyolojik değişimine bağlıdır. Rabbe ulaşma arzusuna gelindiğin de “Hak Âşıklığı” Yaradan’a yönelme evrelerinin yaşanışı şeklinde ifade edilebilir.

Rabbe ulaşma yoluna girdikten sonrada Üstat N.Fazıl Kısakürek’in “daldan düşen elma yer çekim cazibesinden habersizdir veya “Arı balı yapar, fakat balı izah edemez” ifadelerini açıklayıcı bir şekilde şair eserlerindeki anlam yüklenen kalitenin ve cazibenin farkında bile olamaz.

Ama toplumların istifade edebileceği eserler ortaya koyar. Biz böyle düşün sekte, o söyleşi de diğer konuşmacının’ özellikle ulaşılmaz ilk sevgilinin kadın oluşuna itirazları bayağı bir katı olmuştu.

Sanki insanlar hep Hak aşığı olarak şiir söylüyormuş gibi bir anlayış ortaya konulmaya çalışılmıştı. Ama realite bendenizin düşüncelerinde inkişaf etmişti çünkü anlatan da bu merhalelerden geçmiş birisi idi. Bende aynı düşünceyi muhafaza etmekteydim.

Çünkü herkesin bir şeye ilgi duymasıyla, kavuşma arzusunu ortaya koymaya çalışacağını ve onu ya yücelterek veya yererek o şeye karşı duygularını ifade etmeye çalışacağını biliyordum.

Ayrıca söz dizelerini meydana getirişinde ki yegâne sebebin o şeyin “ulaşılmaz” oluşu olduğunu düşünüyordum.

Şairin;

“Kar üstüne gün doğdu, Toprak ısınıyordu. Kar erimiş yamaçlarda, çiğdemler çıkıyordu.” Demesini durup dururken olmadığını da biliyordum.

 Şair bazı durumlarda kitaplar dolusu şeyi iki cümle ile özetleyiverirken çoğu kez de anlatmaya çalıştığını anlatamama sıkıntısı yaşar.

Biz şairlerden söz açmışken bir hafta sonra idrak edeceğimiz Kurban bayramı öncesi sizleri fazla yormadan başlığımıza dönelim.

Yavuz Sultan Selim Han’a izafe edilen bir hikâyeyi yazımıza alalım. Ayrıca ifade edeyim ki: Yavuz Sultan Selim Han en sevdiği padişahlardandır. Devletler tarihinde minnacık Sayılacak 8 yıllık padişahlığı döneminde akılların almayacağı kadar büyük işler yapmış devletin sınırlarını genişletmiş ve Halifeliğin Osmanlıya geçmesi ile İslam Âleminin İlk Türk Halifesi olmuştur.

Şu kadar kişi kestiği vs. şeyler tarihteki büyük adamları küçük gösterme gayretinden ibarettir. Öldürttüğü iddia edilen insan sayısı o günkü dünya nüfusu bakımından da abartılmış sayıdır. Devlete problem çıkarmayan kimseyi de öldürtmemiştir. Devletlerin yaşaması için bazı radikal kararlar kaçınılmaz olur.

Neyse konu başlığımıza dönelim ve “Kul severse neylesin” sorusuna yine Yavuz’un cevabına bakalım.

Bazı kaynaklara göre Yavuz henüz şehzadedir, bazı kaynaklara göre de Çaldıran seferindedir ve hizmetindeki çengi de, Sultana “Vurgundur”. Bir gün kelleyi koltuğa alır ve Yavuz’un çalıştığı “bu günkü deyimle”  masa ya yazar “Kul severse neylesin”. Yavuz bakar ve “Sevdiğine söylesin” Çengi. “Ya korkarsa neylesin” ve Yavuz “Hiç Korkmadan söylesin”. Diye yazar.

 Hikâye bende tarihimizde ki aşk ve meşkin ne büyük seviyede olduğunu şimdikilerle kıyaslandığında  “kimin nere de kimle ne yaptığı” seviyesizliği ile karşılaştırmayı ve siz kıymetli okurla böyle bir hasbıhali uygun buldum, Kurban bayramınızı tebrik ediyorum.

 Hoşça kalın efendim.

Nezih Yıldırım