CAHİL CESARETİYLE

CAHİL CESARETİYLE
Yazar :Nezih Yıldırım
Ben dünyada yaşayan insanları incelemeyi düşündüm, ama imkânım olmadı. Böyle bir araştırma içindeyken, Rus Yazar Turgenyev’in “Babalar ve Oğulları” adlı eserinde, “hayat tecrübesi zaten bunu yapıyor” dediğini gördüm, devamında da “İnsanlar ormandaki ağaçlara benzerler; hiçbir bitki bilimcisi bütün kayın ağaçlarını tek tek incelemeyi düşünmez.” diyordu, bu deyimi görünce işe kendimden başladım ve kendimi ‘bilmeyi’ iş güç edindim.
İnsanın kendini engellediğini biliyordum ve nasıl olabilirliğini de. İşte bunun için, işe kendimden başladım. Buda, işin en akıllıcasıydı, zira kendimi bilip tanıdığımda, tüm insanları tanımış olacaktım.
Çünkü ben toplumu oluşturan değerlerden biriydim ve kendimi incelerken birçok sağlam yönümün olduğunu gördüm. Ama sağlam olmayan yönlerimin de olabileceği aklıma geliyordu. Varsa o yönümü de öğrenmem en mantıklısı olacaktı.
Bende öyle yaptım, önce kendimi incelemeye ve tanıyıp anlamaya çalıştım.
Aramız da kalsın, çoğu kez, sendeleyip düşmekten korktuğum oldu.
Turnalar gibi gruplar halinde uçamadım, ama tek başıma, yücelerden baktığım/uçtuğum (anlar) oldu.
Bunu birçok kez hissettim. Tıpkı Arif Çelik’in Pala Remzi Türküsünde anlattığı gibi...

“Remzi yücelerden çıkıp bakarmış
Ara sıra İlham’ına uğrarmış
Mevla’m tek hükümdar o dur var eden.
Varıp görün ne yürekler yaratmış
Vay vay vay Remzi
Âlem Remzi'den razı.”
Pala Remzi Türküsü
.
Gezmeyi tozmayı severim. Sevdiklerimi sadece saydıklarımla, sınırlı tutmam, başka sevdiklerimde vardır.
Mesela dost sohbetlerini, güzel havayı, yağmurun toprağa, iğri iğri düşüşünü ve yağmurlardan sonra doğan güneşi, ‘sabırla olgunlaşan başağı birde gülü severim tomurcuk olmasada.
Güzeli severim, ama bahsetmem güzelliğinden, çünkü edep dışı bulurum güzelden bahsetmeyi. İnkârı da şık bulmam ve arada da olsa, ikaz ederim, derinliklerine kadar ruhumu.
Kitapları severim ama muhabbetim hep aynı olmaz yazılanlara.
Bazen haz alırım okuduklarımdan, bazen de almam ve anlamsız bulurum yazılanları. Severek okuduğum kitapların, bazılarını arada tatsız bulur elimden atarım bir köşeye.
Kalemle hem hal olmayı da severim! Kalemimin coştuğu zamanlar oldu ve çokça şiirler yazdım. Çoğunu da okudum kendi sesimden. Türkü formatında ve yanık yanık gözyaşı içinde.
Kaleme olan muhabbetim yazmayı da sevdirmişti bana.O gün bu gün binlerce makale, roman, hikâye, deneme, tarih ve anı gibi birçok alanda kitaplar yazdım.
Bakmadım yazılanların hüzün verdiğine.
Bazen en iyi kaleme sahip olduğumu düşündüm ve en keskin kalemlerle yarışacak seviye de gördüm kendimi.
Bazen de aradığımı bulamadım yazdıklarımda. Okuyup yazmak haz verdi çoğunca ama birincide aldığım hazzı alamam ikinci okuyuşumda.
Aynı şeyleri tekrarlamak gibi geldi gönlüme, zevk almadım tekrarından. Bazen düşüncelerimin, beni ileri götürmediğini hissettim yazdıklarımı değerlendirdiğimde, zikzaklar çizdiğimi gördüm fikirlerimde.
Bazen “taparcasına’ sevdim endamından işveli bakışından, güzel cemalinden ve billurlaşan dilinden, Bülbülleşen dudaklarından bahsettim.
Birçok kere ağdalı laflar ettim sevgimi belirten. Bazen de acımadan eleştirdim ağır cümleler kurdum şiirlerimde.

“Yıllar yılı ben peşinde koşarken.
Mevsim bahar yaz ayına geçerken.
Gelmedin ki ben gönlümü açarken.
Sararıp solmuşsun şimdi neyleyim.

Görmedin mi yaprak açıp dökerken.
Meyve olup dal belini bükerken.
Gelmedin ki ben gönlümü açarken.
Pörsümüş solmuşsun şimdi neyleyim.

Demedim mi annen gibi olursun.
Ömür geçer sende yalnız kalırsın.
Demiştim ya ettiğini bulursun.
Ninene dönmüşsün şimdi neyleyim.”

Bu dörtlüklerde olduğu gibi; sararıp solduğunu, pörsüdüğünü, daha da ileri giderek ‘ninesine döndüğünü’ dile getirdim ve ona sitem ettim, belki de aşağılamış oldum sevgiliyi.
Bazen de Orhan Veli’yi buldum, düşüncelerimde ve işin dalgasına kaptırdım kendimi.
Hani Orhan Veli, diyor ya : “Bir elinde cımbız bir elinde ayna umurunda mı dünya.” onun gibi.
Düşüncemin tersine söylenenlere aldırış etmedim. İşin dalgasında olduğumu da fark ettirmedim.
Bizim edebiyatçılar “İroni” diyorlar işin dalgasına, başka ne demiyorlar ki, ‘betimleme, izafi, göreceli, doğaçlama, tasvir, kafiye uyak ve burada aklıma gelmeyen, bilmem ne, ifade binlerce kelime ve yüzlerce kavram.
Ben bunların çoğunu, dalgaya almak isterim ara ara, ama başarılı olduğumu da söyleyemem.
Çünkü birçok şeyi, beceremem asrımızda geçerli olan ‘dalkavukluğu’ bile!
Gerçi kendimi lider gördüğüm zamanlarım da olur ve önde yürümeye çalışırım.
Yanında yürüdüğüm, bir adım, öne geçse; Hun İmparatoru Atilla’nın “arkadan yürüyenler asla lider olamaz.” sözü aklıma gelir ve hemen onu geçmeye çalışırım.
Bir de Selçuklu Sultan’ı Gıyasettin Kevhusrev’in: “İnsanın kumanda etmeye hakkı olması için kumanda ettiklerinden daha değerli olması gerekir.” dediği.
Benim aklım daha değerlimi diye sorarım kendi kendime ve sevmem kararsız, ikircikli sözlerle laf salatası yapan yalpacı kurnazları..!
Laf Kalabalığı içinde eğri büğrü konuşanları görünce, hak ettiğimi düşünürüm lider olmayı.
Bazen geniş gönüllü, yiğit ve cesur, görürüm kendimi. Bazen de “bir pireye yorgan yakan” durumum gelir gözlerimin önüne.
Bu kadar karmaşık düşünceyle, insanları tanımak adına, kendimi incelerim. Cahil cesaretiyle.
Nezih Yıldırım